Türkiye’nin krizi, ötelendikçe büyüyor

05/03/2017
Mustafa Ilhan
Merkez ülkelerde faiz artırımına gidilmesi, Türkiye’ye gelen sıcak paranın ani bir şekilde çekilmesi ya da sermayenin uzun süreli çekilmesi söz konusu olursa finans krizi kaçınılmaz. Bu arada krizin ötelenmesi kriz potansiyelinin büyümesi demek oluyor, borçlanmanın artması bu anlama geliyor.

Euro bölgesindeki ekonomik belirsizlik sürüyor. 2008 yılında Yunanistan’da patlak veren Euro krizi, Brexit’ten sonra varlığını bugün İtalyan bankaları üzerinde göstermeye devam ediyor. Mali krizi fırsat bilen aşırı sağ ise Fransa, Almanya ve Hollanda gibi AB ükelerinde büyük bir yükselişte.

Peki Türkiye’deki ekonomik belirsizlik ve gün geçtikçe diplere vuran Türk Lirası’nın durumu ne söylüyor?

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin kredi notlarını düşürmesi, Türkiye ekonomisi için ne anlam ifade ediyor?

Başta AB’li yatırımcılar olmak üzere uluslararası yatırımcıların Türkiye’deki siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa tepkisi nasıl?

Türkiye ekonomisi dış yatırımcılara ne derecede bağımlı? Yatırımcıların beklentileri ne?

Türkiye Merkez Bankası’nın aldığı kararlar ne anlam ifade ediyor?

Tüm bu konuları Frankfurt Goethe Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Öğretim Görevlisi ve Infobrief Türkei dergisi editörlerinden Errol Babacan ile görüştük.

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye gibi gelişme çağında olan bir ülke için kredi notlarını düşürmesi ne tür bir anlam teşkil ediyor?

Kredi derecelendirme kuruluşları, büyük ölçekli kurumsal yatırımcılar için risk yönetimi işlevi görür. Notun yatırım yapılabilir düzeyin altına çekilmesiyle sermayenin bir kesiminin yeni yatırım yapmamakla beraber çekilmesi de söz konusu. Sermaye girişi yavaşladığında ya da çıkış yaşandığında ise TL değersizleşmesi hızlanıyor. Böylece sürekli dış açık veren bir ekonomisi olan Türkiye’de “ödemeler dengesi krizi” oluşacağı beklenebilir.

Ancak bir etkide bulunmakla beraber notun düşürülmesi daha çok bir tepki. Yerli paranın yaklaşık dört senedir aşamalı bir şekilde değersizleşmesi söz konusu, bu da artan derecede şirketlere yansıyor. Şöyle ki, ekonomik büyüme -yani Türkiyeli şirketlerin büyümesi- dışarıdan finanse ediliyor. Başta teknoloji ve enerji dışarıdan satın alınıyor. Bunun için de döviz (Dolar/Euro) lazım. İhracat üzerinden yeteri kadar döviz sağlanamadığı icin borçlanma yoluna gidildi. 2001 krizinden önce Dolar/Euro, daha çok devlet tahvilleri satılarak elde ediliyordu; sonrasında şirketler doğrudan dışarıdan kredi almaya başladılar.

TL’nin değersizleşmesiyle şirketler için hem yeni dış krediler pahalanıyor hem de mevcut kredilerin geri ödemesi için daha fazla kaynak ayırmak zorunda kalıyorlar. Notun düşürülmesiyle özellikle borçlu şirketler üzerindeki basıncın artması söz konusu; ama bu problem yeni degil.

Merkez Bankası (MB) TL’nin değersizleşmesini durdurmak için faiz artışına gitmek zorunda kaldı. Yeni bir faiz artışına gitmeden TL Dolar karşısında ne kadar ayakta durabilir?

Değersizleşme önceden de vardı ama 2016-2017 yıl dönümünde hızlandı; sonra kısmen geriye çevrildi. Tekrar hızlanır mı? Bunu öngörmek veya bir tarih vermek spekülatif olur. Gelişmiş ülkelerin Merkez Bankalarının alacağı kararlar belirleyici olduğu gibi daha farklı faktörler de araya girebilir ama kırılgan bir durum olduğu muhakkak. Türkiye Merkez Bankası’nın TL’nin değersizleşmesini durdurmak için faizleri yükseltmesi sorunu çözmüyor, sadece başka bir alana kaydırıyor. Bu sefer de tüketimde ciddi bir daralma yaşanabilir. Zira özel hanelerin alım gücü sınırlı, tüketimini kredi üzerinden finanse eden özel haneler için artan faizin caydırıcı hatta önleyici bir etkide bulunması ise kaçınılmaz. Tüketimin daralmasının yine şirketlere olumsuz yansıyacağını belirtmeye gerek yok sanırım. Yani ekonomik modele ilişkin bir kısır döngüden bahsediyoruz.

Türkiye ekonomisi Batılı yatırımcılara ne ölçüde muhtaç?

Bu kısır döngüye rağmen modelin ayakta kalabilmiş olması, gelişmiş ülkelerin para politikalarıyla ilgili. Merkez Bankaları dünya ölçeğindeki sermaye birikim krizini ötelemek ve aynı zamanda kendilerine yakın sermayeyi finanse etmek için sınırsız para pompaladıkları ve negatif faiz politikasını sürdürdükleri sürece yükselen risk algısına rağmen Türkiye’ye hala dışarıdan yatırım yapılmaktadır. Merkez ülkelerde faiz artırımına gidilmesi, Türkiye’ye gelen sıcak paranın ani bir şekilde çekilmesi ya da sermayenin uzun süreli çekilmesi söz konusu olursa finans krizi kaçınılmaz. Bu arada krizin ötelenmesi kriz potansiyelinin büyümesi demek oluyor, borçlanmanın artması bu anlama geliyor.

Uluslararası yatırımcıların Türkiye’den beklentileri neler?

Türkiye’den özel bir beklentiden ziyade genel olarak yatırımcı, sermayesinin garanti altında olmasını ve elbette çoğalmasını ister. Bunun gerçekleşmesi için ne gerekiyorsa onun yapılmasını ister. Mesela işçinin hak talep etmemesi ideal beklentidir. İş kazaları sonucunda olusan sakatlık veya ölümlerin patronun yeterli önlem almamasına değil de kaderin cilvesine bağlayan işçi, ideal işçidir onun için. Doğal kaynakların ve kamusal alanların -dere, mera, orman vs.- özelleştirilmesinin önündeki hukuki bariyerlerin kalkması, halkın da tepki vermemesi, yine ideal bir beklentidir. Kriz durumunda şirketlerin iflas etmesi, dolayısıyla kredilerin batması söz konusu olduğunda kredisinin kamu tarafından üstlenilip geri ödenmesini de talep eder uluslararası yatırımcı. Hükümetten bunu bir şekilde sağlamasını ister. Örnekleri çoğaltmak mümkün ama genel olarak yatırımların garanti altına alınması, yeni yatırım alanlarının açılması olarak özetleyebiliriz talepleri.

Sizce bu durumda Türkiye, hem politik hem de ekonomik açıdan Avrupalı ve Alman yatırımcıların beklentilerini uzun vadede karşılayabilecek mi?

Global düzeyde karmaşık bir ilişki yapısı ve yükselen sürtüşmeler söz konusu. Böylesi bir dönemde uzun vadeli öngörülerde bulunmak pek mümkün görünmüyor. Türkiye’ye olan beklentilerin tam olarak nasıl gelişeceğini önceden belirlemek de zor görünüyor. Avrupa Birliği’nin geleceği belirsiz, ABD’de faşizme doğru bir hareketlenme söz konusu, Ortadoğu’da zaten savaş hükmediyor. Ekonomik beklentileri diğer gelişmelerden ayırmak mümkün degil yani. Yine de hükümet şimdiye kadar beklentileri karşıladı ve ileride de karşılayacağı vaadini veriyor. Zira emekçilerin haklarını törpüleyen, onları kültürel çatışma -milliyetçilik, mezhepçilik- üzerinden birbirine kırdıran, kamusal alanı sermaye birikimine açan, sermayeye fon akıtıp özelleştirmeleri sürdüren -örneğin Bireysel Emeklilik Sistemi ve Varlık Fonu yoluyla-, bireyci pratiği kamucu pratiğin önüne koyan ve dolayısıyla Avrupalı veya Almanyalı yatırımcının beklentileriyle örtüşen bir yönelim söz konusu.

Alman-Türk Ticaret ve Sanayi Odası 2016’ya dönük yapığı değerlendirmede Türkiye’de Alman yatırımcılar için çok tatmin edici bir yıl olduğunu savundu. Siz de bu görüşte misiniz?

Siyasi arenadaki gürültüye rağmen hem ticaret hem yatırım alanında ilişkiler tıkırında görünüyor. Darbe girişimi sonrası bürokraside bazı türbülanslar yaşanmış olabilir, bazı iş ortaklarının tutuklanmış olması muhtemel, ama bunlar Almanya sermayesi için bir pazar, yatırım alanı, Doğu’ya ve Güney’e açılan bir mevki olan Türkiye’nin önemini azaltmış görünmüyor.

Başta Alman olmak üzere diğer Avrupalı yatırımcıların Türkiye’deki darbe girişimi sonrasında Turkiye’deki para piyasasına tepkileri nasıl oldu?

Darbe girişiminin hemen ardından hükümetin uluslararası yatırımcılara yönelik ilk işi özel bir toplantıya çağırıp yatırımlarına dair her türlü garantiyi vermeye hazır olduğunu ifade etmek oldu. Bu işe yaramış görünüyor, hem borsa hem diğer piyasalardaki huzursuzluk kısa zamanda yatıştı. Ama başta da bahsettigim gibi, bundan bağımsız işleyen bir kriz dinamiği var.

Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım bundan kısa bir süre önce yaptığı bir açıklamada hemen hemen tüm para birimlerinin Aralık 2016’dan itibaren Dolar karşısında yaklaşık 3 ilâ 10 puan düşüşe geçtiği açıklamasında bulunmuştu. Başbakan’ın yaptığı bu açıklamlara siz de katılıyor musunuz?

TL’nin değer kaybı Aralık 2016’da başlamadı ancak hız kazandı. Nedenleri yapısaldır. Brezilya, Meksika gibi benzer durumdaki ülkelerin para birimleri de değer kaybetti ancak TL’nin kaybı daha yüksek seviyede seyretti. Buna “negatif ayrışma” denildi ama sonuç itibarıyla ayrışma olsun olmasın, sermayeye yarar kamuya zarar bir sistem işletiliyor ve kriz dinamikleri de belli.

Türkiye, coğrafi yapısı itibarıyla Avrupa’dan Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’dan Asya’ya kadar önemli jeopolitik konuma sahip bir ülke. Bundan ötürü geçmişte uluslararası birçok yatırımcı için Türkiye, önemli bir köprü niteliği taşıdı. Sizce bugün Türkiye, uluslararası yatırımcılar için halen eskisi kadar önemli ve güvenli bir ülke konumunda mı?

Önemli; yüzlerce milyar dolarlık yabancı yatırım Türkiye’de sabitlenmiş durumda. Güven konusunda ise... Eskiden de Türkiye’de darbeler olurdu, neredeyse 35 senelik bir iç savaş hali mevcut. Son darbe girişimi, diktatörlük, hatta faşizmi andıran durum, Güney’deki ülkelerin parçalanması, şimdiye kadar yatırımcıyı pek olumsuz etkilemiş görünmüyor.

Türkiye’deki siyasi ve ekonomik çalkalanmalar ve Türkiye’nin Kürt halkına karşı olan inkar ve savaş politikalarının başta Alman yatırımcılar olmak üzere diğer Avrupalı yatırımcılar üzerindeki etkileri neler?

İnkar ve savaş politikalarına dair yatırımcının insan haklarının gözetilmesi gibi bir duyarlılık taşıdığını ya da bunun pratiğe yansıdığını söyleyemeyiz. Zaten birinde bu tür bir duyarlılık oluşsa, bir diğeri çıkar onun yerini alır. Kapitalizm böyle işliyor. Sermaye üzerinde bir baskı oluşturulmadığı sürece bunun değişmeyeceğini söyleyebiliriz. Kürdistan’a, insan haklarına, baskıya dair o kadar kampanya var ama yatırımcıyı veya sermayeyi sorgulayan bir kampanyaya da rastlamadım henüz.

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, yaptığı bir açıklamada Türkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında son bir yılda yapılan ticaret hacminde yüzde 36 oranında bir artış olduğu açıklamasında bulundu. Türkiye’nin Arap ülkeleriyle bu derece ticari bir artışa gitmesinin nedeni Batılı yatırımcıların Türkiye piyasasından geri çekilmesi mi?

Birincisi: BAE ile ticaret hacminin neden artmış olabileceğini bilemiyorum. Ama zaten düşük hacimli bir ticari ilişkiden söz ediyoruz o yüzden oransal artışa bakıp bunu abartmamalı. Kalıcı olup olmayacağını da bilmiyoruz.

İkincisi: Batılı yatırımcının Türkiye’den çekildiğine yönelik yaygın bir kanaat mevcut. Halbuki yatırımcı kendisi bize öyle olmadığını söylüyor. Hem kredi derecelendirme kuruluşlarının not düşürmesi ya da söz konusu siyasi gelişmeler sadece Batılı yatırımcının dikkate alması gereken bir şey değil ki, riskler menşei ne olursa olsun her yatırımcı için geçerli. Bunun böyle olmadığının düşünülmesinde gerçeklere ısrarla direnen bir Batı idealizminin payı olmalı: Anlaşılan Batı, demokrasi/liberalizm ve rasyonalite (akılcılık) çağrıştırıyor. Dogu (Arap) ise irrasyonalite ve çirkeflik çağrıştırıyor olmalı.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine bakalım, 2016’nın verileri dahil olmak üzere önümüze çıkan tablo şu: Batı’yla olan ticaret hacminin toplam ticaret hacmindeki payı küçülmedi, aksine senelerdir büyüyor. Ortadoğu ülkeleriyle olan ticaret hacmiyse birkaç senedir küçülüyor, sadece 2016’da hafif bir artış olmuş ama hacim 2012’deki seviyenin çok altında. Bu da gayet normal, savaş var çünkü.

Buna başka veriler de ekleyebiliriz. Mesela Türkiye’ye gelen doğrudan yatırımların aşağı yukarı yüzde 80-85’i Batı kaynaklı, aynı şekilde Türkiye’ye verilen krediler yine yüzde 80 civarında Batı kaynaklı. Bu oranlar on beş senedir, yani AKP hükümete geldiğinden beri değişmiyor. Başı her alanda açık arayla Almanya çekiyor bu arada. Bir veri daha vereyim: Türkiyeli yatırımcı yurtdışında yatırım yaptığında en çok nereye yöneliyor? Batı’ya.

Karanlık bir nokta da var ama: Kaynağı belirsiz yüksek miktarda bir para akıyor Türkiye’ye. Başta bahsettiğim “ödemeler dengesi krizi”ne yatıştırıcı etkide bulunacak düzeyde yüksek. Bunun Arap ülkelerinden geldiğini söyleyenler var ama sonuçta söylenti, teyit edemiyoruz. Bambaşka bir yerden de geliyor olabilir. O yüzden Türkiye’nin Doğu’ya ya da Arap ülkelerine yöneldiğini ya da oradan Türkiye’ye anormal bir ilgi artışı olduğunu en azından ekonomik göstergeler üzerinden iddia edemeyiz.

Neden konuştuk?

Moody’s, Fitch, S&P gibi uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları art arda Türkiye’nin kredi notunu düşürerek TL üzerindeki baskıyı artırdı. Merkez Bankası, faiz koridorunun üst bandını yüzde 8,50’den yüzde 9,25’e çıkardı; politika faizini ise yüzde 8 seviyesinde sabit bıraktı. Merkez Bankası’nın yeni faiz belirlemesiyle birlikte Dolar’da da tekrar bir düşüş yaşandı.

Goethe Üniversitesi Öğretim Üyesi Errol Babacan, Türkiye ve Avrupa ekonomisini yakından takip eden bir isim.

http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nuce&id=68051
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA