RUPP: Türkiye ‘uçarsa’ Rusya vurur!

07/02/2016
Mustafa Ilhan
ABD, Türkiye'ye Suriye toprakları üzerinde uçmaması talimatı verdi. Sayın Putin de bunu açıklamıştı. Hadi bakalım, sıkıysa Suriye üzerinden uçun, Kürtlerin, YPG'nin bölgelerini bombalayın da görelim! O açıklamadan beri zaten Türkiye tek bir uçuş yapmış değil. Yaptıkları anda Rusya vuracaktır.
Bild

Doğu Almanya Demokratik Cumhuriyeti (DDR) adına 1979 yılından itibaren NATO karargahında ajanlık faaliyeti yapan ve NATO’nun en gizli bilgilerini sızdıran “Topas” kod adlı Alman eski ajan Rainer Rupp, Rusya politikası, Rus-Türk-ABD ilişkileri, Suriye sorunu ve Kürtler hakkında önemli değerlendirmelerde bulundu.
Gazetemizin sorularını yanıtlayan Rupp, Rus uçağının düşürülmesinden sonra ABD’nin Türkiye’ye “Suriye topraklarında uçmayın” talimatı verdiğini hatırlatarak, “Hadi bakalım, sıkıysa Suriye üzerinden uçun, Kürtlerin, YPG’nin bölgelerini bombalayın da görelim! O açıklamadan beri zaten Türkiye tek bir uçuş yapmış değil. Yaptıkları anda Rusya vuracaktır” dedi.
Rusya ekonomisinin bir durgunluk yaşadığı görülüyor. Bunu Ukrayna krizine ve Suriye’ye bağlayanlar var. Sizce bir durgunluk var mı? Neden?
Geçtiğimiz günlerde Sayın Putin’in büyük basın konferansında yaptığı açıklamaları göz önünde bulundurursak, evet, Batı’nın uyguladığı yaptırımlar, Rusya’yı biraz zora sokmuş durumda. Fakat yaptırımlar, Rus ekonomisini çökertmeye de yetmedi.
ABD’nin başını çektiği Dünya Bankası, 2015 yılının cari açık rakamlarını revize etti. Rusya’nın gayri safi yurt içi hasılasında sadece yüzde 2,1’lik bir eksik var. Petrol fiyatlarındaki düşüşü hesaba katarsak, bu eksiğin Rusya için şaşırtıcı derecede küçük olduğunu görürüz. Rusya ekonomisi, bu yüzde 2,1’lik eksikle ciddi derecede bir yıpranma yaşamadı. Putin’in açıkladığı rakamların da gerçeklerden pek uzakta durmadığını düşünüyorum. Rusya tüm yaptırımların altında ezilmekten kurtulmuş durumdadır ve şu anda yükün altından çıkmaktadır.
Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığının maliyeti ise nispeten katlanılabilir. Rusya’nın bugün Suriye’deki askeri harcamalarını bir tarafa bırakalım; bu uçaklar, gemiler ve diğer silahlar her yıl zaten birkaç defa manevra yapıyordu. Şu andaysa Suriye’de daha keskin silahlarla uzun süreli askeri manevralar yapıyorlar.
Suriye’de Rusya, askeri duruşunun yanı sıra siyasi bir duruş da sergiliyor. Olayı bir de şu yönüyle değerlendirmek gerekiyor: Dünyanın tüm süper güçleri bugün orada güç denemesi yapıyor. Herkes kendi savaşma becerisini pratiğe yansıtıyor. Herkes hakimiyet gücünü ve silahlarını deniyor. Tabii ki Rusya için de bu durum, silahlarını denemek ve gücünü göstermek açısından önemli olmuştur. Çünkü başka türlü, bu silahların denenmesi mümkün değildir. Örneğin savaş gemilerinden veya U-Boot’lardan fırlatılan orta menzilli füzeler... Bu silahlarla DAİŞ’e karşı savaşmanın anlamı da, gereği de yok tabii; ama denenmeler gerekiyor. Bunun için de DAİŞ iyi bir neden.
Bunların yanı sıra, bu askeri masraflar, normal, sıradan askeri manevralarla da ortaya çıkıyor. Tabii ki yurtdışındaki manevralar daha masraflı olacak. Fakat diğer yandan Rusya’nın Suriye’de öyle binlerce ile ifade edilecek bir askeri varlığı da yok.
Peki Ukrayna?
Rusya Ukrayna’da aktif değildir, Ukrayna’daki askeri varlığı Amerikalılar tarafından bile ispatlanmış değil. Rusya Ukrayna’ya yalnızca yardım ediyor. Mutlaka bazı gruplara askeri desteği de söz konusudur ama Ukrayna’da ne bir Rus panzeri ne de askeri var. Rusya, ne Ukrayna’yı yeniden fethetme veya ona kendini sevdirme derdinde, ne de Doğu Ukrayna’yı entegre etme çabasında... Eğer isteseydi, Ukrayna’yı birkaç hafta içinde Kiev önüne konuşlandırırdı. Rusya açısından bunu yapmak sorun değil. Fakat bu durumun Rusya’ya getirisi ne olurdu? Belki Batılı egemenlere karşı 200-300 kilometrelik bir sınır hattı elde edecekti, fakat buna karşılık nereden bakarsanız 50 yıllık yok edici bir faşist güçle karşı karşıya kalacaktı. ABD ise bu faşist gücü Avrupa’ya karşı kullanarak Avrupa ile Rusya arasındaki kargaşaya devamlı gaz verecek ve olası bir barışın veya işbirliğinin önüne geçmiş olacaktı. Böylece Doğu Ukraynalıların da Ruslara yönelik tepkisi artardı. Rusya’nın ne kazancı olacaktı? Hiçbir şey.
Fakat Kiev’de imzalanan Minsk 2 Anlaşması çerçevesinde Doğu Ukrayna’ya bilim, eğitim, kültür gibi alanlarda otonomi garantisi verilecek olursa, bu hem Rusya’nın hem de Doğu Ukrayna’nın faydasına olur. Bu şekilde Ukrayna, ne NATO’ya ne de Rusya’ya bağımlı bağımsız bir ülkeye sahip olur. Er veya geç Ukrayna’daki faşistleri de duvara mıhlamış olurlar.
Batılı devletler ile Rusya’nın silah sanayisi arasında bir fark var mı?
Diyebilirim ki, Batı ile Rusya’nın silah endüstrisi, birbirinden her alanda farklıdır. Hem farklı ideolojiler hem de farklı tekniklerden besleniyor. Bunların her bir civatası bile birbirinden farklı biçimde ayarlanmış durumda; birinden alıp diğerine eklemek bile mümkün değil. Polonyalılar ve diğer Doğu Avrupa ülkeleri, bu savunma sanayisinin Batı tarafından devralınamayacağını gördü. Çünkü Batı için bu derecede farklı bir teknolojiden ve doktrinden oluşan silahlar bir işlev görmez.
Örneğin Rus füzelerinin neredeyse tamamı, az ve yavaş hareketli parçalardan oluşmaktadır. Buna karşılık Amerikan füzeleri ise çok yüksek donanımlı hızlı parçalardan oluşmaktadır. Bundan ötürü Rus füzeleri daha güvenilir ve daha ucuzdur; Amerikan füzeleri ise hem daha pahalı hem de sorunludur. Pahalı olmasının bir sebebi de özel silah endüstrisidir. Rusya’da ise bu silahlar, hep devlet tarafından işletilmekte, üretilmektedir. Bu nedenle Rusya’da fiyatlar hep sabit kalmıştır. Yani burada oldukça farklı prensipler, farklı felsefeler vardır.
Rusya-Türkiye ilişkileri, son dönemin en önemli gündem maddelerinden biri... Sizce Rusya’nın SU-24 model uçağının düşürülmesi ardında ne var?
Türklerin bunu neden yaptığını halen kimse anlamış değil. Yalnızca tahmin edebilirsiniz.
Olay gününde Türkler, BM Güvenlik Konseyi’ne bir mektup göndermişti. Bu mektupta Rus uçağının 17 saniye ve 1,15 mil boyunca Türk hava sahasında uçtuğu söyleniyor. Türklerin verdiği bu bilgilerle hesaplarsak, uçağın saatte yaklaşık 450 kilometre bir hızla uçtuğunu sonucuna varırız. O halde bu uçak aşırı derecede yavaş uçmuş demektir! Oysa bir SU-24 uçağının bu kadar yavaş uçması mümkün değil. Veya mektupta yazanlar doğru değil, SU-24 belirtilen alanda 17 saniye değil 8-9 saniye arasında kaldı. Bu uçuş süreci içinde ise bir SU-24’ü tespit edip vurmak mümkün değildir. Ancak daha önceden uçağın tam olarak nerede bulunduğu bilgisinin edinilmesi gerekir.
Şimdi söyleyeceklerimi bana da Kuzey Amerika Hava Savunma Komutanlığı’nın (NORAD) eski şefi söyledi. Bu adam yıllarca hava savunmasında çalışmış, bizzat kendisi de uçak avcısı olan ve toplamda 4500 saat savaş uçağı uçurmuş, ardından NORAD’ın şefi olmuş bir adamdır ve şimdi emeklidir. Bu vatandaş, böyle bir şeyin mümkün olamayacağını söylüyor. “Türklerin bu uçağı bu kadar kısa sürede düşürmesi mümkün değildir” diyor. Türkler önceden uçakla ilgili istihbarat almış ve ona göre kendilerini hazırlamıştır, diye düşünüyor.
Bu vatandaşın söyledikleri sayın Putin’in söylediklerini doğruluyor. Putin, yaptığı açıklamada şunları söylemişti: “Biz her uçuştan önce misyonumuzu, uçacağımız alanları, zamanları ve tüm uçuş bilgilerini olası bir çarpışmayı engellemek için Amerikalılarla paylaşıyoruz.” Bundan dolayı sayın Putin, Amerikalıların tüm bu koordinatları Türklere verdiğini ve hatta uçağın düşürülmesinde ABD’nin parmağı olduğunu söylüyor.
Peki ABD’nin ve NATO’nun Türklere Rus uçağını düşürtmekle niyetleri ne olabilir?
Ben Türklerin Beyaz Saray’dan değil daha çok Pentagon’dan destek aldığını düşünüyorum. Beyaz Saray’dan ise yaşananlara ilişkin kritik bir açıklama gelmişti. Sayın Erdoğan ise bu olayda NATO’nun desteğini alacağının hayalini kurmuştu. Bu desteği almadı değil, fakat bu sadece sözde bir destek oldu. Hatta Almanya Başbakan Yardımcısı, “Şu an itibariyle büyük ölçüde öngörülemeyen bir faktör ile karşı karşıyayız” diye açıklama yapmıştı. “Öngörülemeyen faktör” ile kast edilen Türkiye’dir. Bu faktörden dolayı kendilerini bir savaşın içinde görmek istemiyorlar.
Evet, Erdoğan’ın arzuladığı destek oluşmadı. Ayrıca NATO’nun 5. Savunma Yükümlülüğü Maddesi’nde, NATO ülkeleri arasından bir ülke saldırıya uğrarsa tüm üye ülkelerin o ülkeyi savunması öngörülüyor. Ancak şu an Türkiye’ye yapılmış taammüden bir saldırı da olmadığına göre bu maddenin uygulanması mümkün değil. Aksi takdirde her NATO ülkesi, kendi menfaatine göre bu maddeden faydalanır...
Burada şunu da eklemek istiyorum: Rus uçağının düşürülmesinden sonra ABD, Türkiye’ye Suriye toprakları üzerinde uçmaması talimatı verdi. Sayın Putin de bunu açıklamıştı. Hadi bakalım, sıkıysa Suriye üzerinden uçun, Kürtlerin, YPG’nin bölgelerini bombalayın da görelim! O açıklamadan beri zaten Türkiye tek bir uçuş yapmış değil. Yaptıkları anda Rusya vuracaktır. Öyle bir durumda kimse, NATO üyesi olan Türkiye’ye bir saldırı da yapmış olmuyor. Tam tersine Türkiye, ulusal menfaatleri için NATO üyesi olmayan bir ülkenin sınırlarını ihlal etmiş olacak. Böyle bir durumda NATO, Türkiye’nin yanında yer almayacaktır.
Kürtlerin ise burada dikkat etmesi gereken şey, Rusya’nın uzun vadeli stratejisini görmek ve ona göre adım atmak. Şu anda bağımsız bir Kürdistan’ın oluşması söz konusu değil. Nedeniyse Irak, Türkiye ve İran’daki Kürtlerin birbirinden farklı tavır takınmaları. Ortadan bir birlik yoksa, bağımsız Kürdistan’da arka planda kalır. Suriye’deki PYD’nin bunu çok iyi görmesi gerekiyor. Sonuç itibariyle rejimle aralarında bir ateşkes var. Diğer ülkelere kıyasla bir yakınlaşma ise söz konusu olmamıştır.
Kürtlerin DAİŞ’e karşı Rusya tarafından desteklenmesi gerekiyor. Bunun için de Rusya’nın bölgedeki stratejilerini Kürtler, iyi okumalı.
Peki, Türkiye’ye geri dönersek... Sizce Pentagon, Türkiye’yi bir çıkmaz sokağa sürüklüyor olabilir mi?
Zannetmiyorum. Tam tersine bu güçler, Türklerle işbirliği halinde. Türkleri kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyorlar. Türkiye rejimi DAİŞ’i destekliyor. Amerikan savaş uçakları ise bir yıl boyunca sözde DAİŞ’e savaş açtı. Ama nedense bir yıl içinde hiç mesafe kat edemediler. Amerikalıların uçakları Ruslardan daha fazla ama Ruslar sadece ilk haftalarda Amerikalıların bir yılda başaramadıklarını başardı. Bu Amerikan basınının bile dikkatini çekti. “Neden ABD’nin hava saldırıları başarılı olamıyor” sorusunu yönelttiler ve Pentagon’un resmi yanıtı yaklaşık olarak şöyle oldu: “Biz devasa zararları önlemek için dikkatli davrandık. DAİŞ’in mevzilerini teşhis etmek oldukça zor oldu. Sivil halkın canına ve malına zarar vermek istemedik. Bu nedenle kimi saldırılarımız etkili olmadı.”
Şimdi ben size soruyorum: Amerikalılar ne zamandan beri sivillere zarar vermekten çekinmeye başlamış? Yemen’de, Pakistan’da, Kunduz’da, yaptıkları hangi hava saldırısında sivillerin canına, malına zarar vermekten çekinmiş? Bunlar tamamen saçmalık.
Bir de DAİŞ petrolü taşıyan tankerlerin nasıl bombalanmadığı sorusu var...
Bundan üç hafta önce CIA’nın müdür yardımcısı, NCB televizyonunda çılgınca bir açıklamada bulundu. Kendisine, “Neden bizim savaş uçaklarımız Rusların yaptığı gibi DAİŞ‘in petrol tankerlerini vurmadı” sorusu soruldu. Tam olarak şöyle dedi: “Bildiğim kadarıyla ekolojik nedenlerden dolayı petrol tankerlerini vurmadık. Er veya geç Suriyeliler bu yolları tekrar kullanacak. Bu nedenle, insanlar hasarlı ve kirli yollardan etkilenmesin diye, böyle bir fikri uygulamak istemedik.”
Şimdi önceki sorunuza geri dönmek istiyorum. Türkiye rejimi ve destekleyicileri; Suudi Arabistan, Katar ve Amerika’daki neoconlar bir çatı altında bulunmakta. Libya’da yaptıklarının benzerini Suriye’de yapmak gayesindeler. Fakat Rusların Suriye’ye yardımı, ülkenin ikinci bir Libya olmasının önüne geçti ve bunlara da büyük bir fatura çıkarıldı. Bu nedenle şu anda Rusya’yı cezalandırmanın peşindeler.
En önemlisi, Rusların neoconları ve diğerlerini hayal kırıklığına uğratması oldu. Bu hayal kırıklığı, düşürülen Rus SU-24’üne karşılık Rusya’nın Türkiye’ye karşı herhangi bir askeri müdahale başlatmaması oldu. Eğer Ruslar böyle bir karşı girişimde bulunsaydı, o zaman Türkiye Montreaux Sözleşmesi’ni devreye koyacak ve NATO adına Rusya’nın nakliye hatlarını vurmak için iyi bir neden oluşacaktı. Böylece Rusları bir çıkmaz sokağa sokmuş olacaklardı. Ama tüm hevesleri kursaklarında kaldı.
İran da önemli bir aktör. Temmuz 2015’te 4+1 ülkeleriyle yapılan görüşmeler sonucu anlaşmaya varıldı ve ambargo hafifletildi. Fakat Suriye’deki gelişmeleri göz önünde bulundurursak, 4+1 ülkeleri bu karardan vazgeçebilir mi? Ve olası bir baskıdan ötürü İran, Rusya’yı hayal kırıklığına uğratır mı?
Evet, 4+1 ülkeleri iyi bir neden buldukları durumda farklı düşünebilir. Örneğin Amerikalılar bunu isterlerse şimdi de yapabilirler. Çünkü İran, bu anlaşmadan sonra yeni balistik füze denemesi yaptı. Aslında İran’ın bu denemesi, anlaşmanın kendisine karşı bir girişim değil fakat BM Güvenlik Konseyi tarafından halen uygulanan kısıtlamalara yansıyabilir. Teorik olarak, Amerikalılar istese bu anlaşmayı yok hükmünde sayabilir. Lakin böyle bir durumda Amerikalılar büyük bir sorun ile karşı karşıya kalacaktır. Birincisi, bu anlaşmada yer alan Almanya, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler, İran ile tekrar ticaret yapabilmelerine çok sevinmiş ve bu anlaşmadan memnun kalmışlardı. İkincisi ise, eğer Amerikalılar İran’a karşı yeni bir cephe açacak olursa o zaman ABD askerlerinin Irak’ta yeni bir savaşın içine girmesinin hesabını yapmaları gerekir. Ki Irak merkezi hükümeti yüzde yüz Tahran’ın arkasında durmaktadır. Böyle bir durumda Amerikalılar, DAİŞ sayesinde Irak topraklarında elde ettikleri kontrolü tekrar kaybetmiş olacak.
Ben Beyaz Saray’ın böyle bir şeyi desteklemediği görüşündeyim. Fakat Pentagon ve neoconları burada iyi takip etmek gerekir. Bunlar Beyaz Saray ile ayni fikirde değil. Bunlar örneğin şimdiden İran’la imzalanan anlaşmanın bir biçimde tekrar kaldırılmasi yönünde propaganda yapmakta. Bir de bunlara yakın medya grupları İran’ın balistik füze denemesini neden göstererek anlaşmanın kaldırılmasını talep etti. Fakat Beyaz Saray’dan bugüne kadar bir açıklama gelmiş değil. Umarım bu anlaşmanın hayatta kalması için uğraşanlar vardır. Eğer gerçekten İranlılar Rusları satacak olursa burada elde edecek kazançları fazla olmayacaktır.
İşler farklı görünüyor. Örneğin Rusya ile Çin arasında olağanüstü bir işbirliği var. Bu iki ülke arasındaki işbirliği sadece petrol ve enerji alanlarıyla sınırlı değil, aynı zamanda bir ekonomik işbirliği de... Bunlar Batı’nın finansal yapılanmalarını baltalamak için alternatif global finansal yapıların faaliyetlerine başladı. Böylesi bir yapılanmaya gitmelerinin nedeni ise olası yaptırımların vereceği zararların önüne geçmek. Örneğin Swift nakit ödeme yöntemleri gibi...
İran da bu ortamda kendini görmek istiyor ve bunun sinyalini de verdi zaten. Bunun yanı sıra İran, Şengay İşbirliği Sözleşmesi’nde gözlemci statüsünde. Evet İran’ın şu anda Batı ve Washington ile bir anlaşması var; fakat İran, şunu da çok iyi bilmekte ki bu güçler halen İran’da bir rejim değişikliği istiyor. Bundan dolayı İran, Rusya ve Çin gibi dostlarını sırtından vurma hesabı yapan şeytanlara pabuçlarını ters giydirecektir.
Federal Alman Parlamentosu’da DAİŞ’le mücadeleye katkıda bulunmak üzere bölgeye asker gönderme kararı aldı. Sizce Almanlar gerçekten DAİŞ’le mücadele gayretinde mi, yoksa bölgede daha çok kaos yaratmayı mı istiyorlar?
Kusursuz ikincisi görüsündeyim. Düşünün, peşmergeler için birkaç silah gönderiyorlar; diğer taraftan gerçekten fedakarca DAİŞ’e karşı savaşan YPG’lilere bir şey yok!
Neyse, sorunuza geri dönelim. Almanların Suriye’de ne yapmak istediğini anlayabilmek için Alman stratejisinin arkasındaki faktörleri görmekte fayda var. Bu menfaat stratejileri, sadece Suriye’yle sınırlı değil. Almanlar ile Fransızlar arasında bir cömertlik kavgası yaşanmakta. Her iki güç, Avrupa ve dünyada birbirlerinin ‘führeri’, yani bir liderin lideri olma kavgasını veriyor.
Fransızlar, Almanların bu meseleye hiç karışmamasını arzulamıştı. Fransa burada ‘führer’ pozisyonuna soyundu. Yani bu süreci kendilerince yönetmek istediler ve zor durumda ise diğer ülkelere yardım etme çağrısında bulunacaklardı. Fransızların bu denli duruşu Almanların hiç de hoşuna gitmedi. Bundan ötürü Almanlar, Mali’deki geleneksel Fransız bölgelerine Fransızların yerini doldurmak için kendi askerlerini gönderdi. Almanların bu girişimi de Fransızların hiç hoşuna gitmedi. Nedeniyse Mali’deki bu Fransız bölgelerinin uranyum yatağı olmasıydı.
Almanlar için Suriye de farklı değil. Bundan dolayı Irak’a, Suriye’ye birkaç ‘tornados’ göndermekten başka bir şey yaptıkları yok. Almanlar için önemli olan silah veya asker göndermek değil, olası barış sürecinde askeri anlamda bir rol oynamak ve söz sahibi olmak... İşte Federal Alman Parlamentosu’nun verdiği kararların arkasında yatan nedenlerden bir tanesi de budur.
Rusya Kürtlerin Suriye’deki otonomi talebini nasıl değerlendiriyor?
Bildiğim kadarıyla Moskova’da PYD’li yetkililerle görüşmeler yapıldı. Rusya, böyle bir öneriye sıcak baktığının, Kürtlerin Suriye’den bağımsız olmadan dil, kültür, eğitim, ekonomi gibi alanlarda bir otonomi kurmasının mümkün olduğunun altını çizmişti. Fakat Rusya’nın, Suriye’nin iç siyasetini belirleme gibi lüksü yok ve bu söz konusu da olamaz. Rusya, çok çok böylesi bir diyalog sürecini destekler. Ki bunu da yapmaktadır. Zaten bunun için de birçok çalışması oldu. Örneğin PYD’li yetkililerle defalarca görüşmeler yaparak Kürtlerin taleplerini dinledi ve Suriye rejimini bu konuda bilgilendirdi. Defalarca terörist olmayan grup ve parti temsilcileriyle görüşmeler gerçekleştirdi. Kısacası, şayet Kürtler açısından Suriye’den bağımsız olmayan bir otonomi söz konusuysa, yani kültür, siyaset, hukuk, eğitim gibi alanlarda bir otonomi söz konusuysa, ki öyle olduğunu düşünüyorum, bu taleplere Moskova sıcak bakmaktadır. Sadece Moskova değil Esad da sıcak bakmaktadır. Lakin dediğim gibi burada Rusya, işin içine kendini karıştırmaz; daha çok böyle bir sürecin destekleyicisi olur. Bundan dolayı Rus-Kürt ilişkileri çok önemlidir. Umarım bu ilişkiler, her iki güç tarafından daha da geliştirilir.
Rainer Rupp kimdir?
“Topas” kod adlı Rupp, NATO içinde Doğu Almanya hesabına ajanlık yapmış ve ardından on iki yıl hapis cezasına çarptırılmış bir Alman ajan.
Rupp, 1969 yılında NATO’nun Brüksel’deki ana karargahında çalışmaya başladı. Ocak 1977’de NATO’nun Ekonomi Bölümü’nün siyasi müdürlüğüne geçti. Başlarda Mosel, 1979 yılından itibaren ise Topas adıyla ajanlık çalışmaları yürüttü. 12 yıl boyunca, Doğu Almanya’nın istihbarat servisine NATO’nun en üst düzeydeki kozmik oda bilgilerini sızdırdı. 1993 yılında deşifre olan Rupp, 20 Haziran 1993’te evinde, eşiyle birlikte tutuklandı. Düsseldorf Eyalet Mahkemesi’nde “vatana ağır ihanet” suçlamasıyla yargılanan Alman ajan, 12 yl hapis cezasına çarptırıldı.
Rupp, 27 Temmuz 2000 tarihinde, Alman yazar Martin Valser’in Kitap Fuarı’nda Barış Ödülü alırken daha önce yaptığı konuşmadaki çağrısının da etkisiyle, Cumhurbaşkanlığı affıyla serbest kaldı.
Kimi çevreler, Rupp’un ajanlık çalışmalarının olası büyük bir savaşı engellediğini de iddia ediyor; ve Rupp ile eşini “benzersiz kahramanlar” olarak görüyor.